Efendi Hazretleri vatana, millete, mukaddesata, çok düşkündü. Milliyetçi bir şahsiyeti vardı. Her sözünde “Şahsınıza yapılan kötülüğü affedin; ama vatana, millete, mukaddesata yapılanı ise asla affetmeyin!”5 buyururdu. Yerli îmâlat ve ürünlerimize değer verir, kullanır ve tavsiye ederdi.
“Millet malından bir şey çalan, cehennem ateşinden bir avuç almıştır.”6 Hâdisini çokça hatırlatırdı. Devlete, millete ait bir şeyin yarın kıyâmette hesabının çok çetin olacağını, hakkı olan koca bir milletle ayrı ayrı helâlleşmenin mümkün olmayacağını anlatırdı.
“Kişi kendi kavmini sever.”7 hâdisini okur “Türkler hakkında dokuz tane Hâdisi şerif vardır. Bu milletin sahibi Cenabı Allah’tır. Necip Millet, Allah (cc), Resûlüllah Efendimiz bu milleti seviyor.” buyururdu. Her fırsatta “Necip Türk Milleti, Cenabı Allah (cc) bu milleti meccanen ayakta tutuyor.” buyururdu. “Müslüman olduktan sonra Türklük en yücedir. Müslüman olup ibâdet ettikten sonra Türklüğümle iftihar ederim.” buyururdu. Müslüman Türk milletini çok methederdi. Kahraman ordumuzun zaferlerini anlatır, Çanakkale ve İstiklal Harbindeki Mehmetçik’ten övgüyle bahsederdi
Osmanlıyı çok severdi, padişahları severdi. Türk milletine hizmet eden hangi milletten olursa olsun rahmetle yâd ederdi. Osman Gâzi’den başlayarak, Fâtih Sultan Mehmet Han, Yavuz Sultan Selim Han, Dördüncü Murat, İkinci Abdulhamid Han gibi bir çok padişahın menâkıbını anlatır, onları rahmetle yâd ederdi. Selahaddin Eyyûbî, Kılıçarsalan, Şeyh Şâmil gibi Türk kahramanlarının yiğitliklerini, mertliklerini anlatırdı. Milli şairimiz Mehmet Âkif’i, Necip Fâzıl’ı çok sever ve onlardan saygı ile bahsederdi.
“Burası Dârul Harptir, Dârul Harp hukuku gerekir.” diyenlere kızar “ham softalar kim söylemiş buranın Dârul Harp olduğunu, nerde harp?” diye kızardı. “Burası 600 yıllık Osmanlı Toprağı, câmilerimiz açık, ezanlarımız okunuyor, cenazelerimizi İslam üzere defnediyoruz. İstediğimiz gibi ibâdetimizi yapıyoruz, ziyaretlerimizi yapıyoruz, hacca gitmek serbest, Allah’ın yasak ettiği bazı şeyleri Dârul Harp deyip helal kılmak, helal kıldığı şeyleri haram kılmakta nereden çıkıyor.” Diye çıkışırdı.
Yönetimin en kötü olduğu zamanlarda bile “Efendim can ve mal emniyetimiz yok bu düzene güvenimiz kalmadı.” diyenleri teskin eder “Allah’a şükür canımız da emniyette malımız da, âsayiş sağlanıyor, kolluk kuvvetleri işlerinin başında. Elektriğimiz var, suyumuz var, yolumuz var. Vergimizi de vereceğiz, askerliğimizi de yapacağız, reyimizi de kullanacağız.” Oy için “bir rey, bir kağıt parçası deyip geçmeyin, vebâli var, ehline verin. Milleti bölmeye giden hareketlerin içine girmeyin, reyinizi kullanmaktan geri kalmayın.” Buyururdu.
Bir sözünde “Bizim siyasetle işimiz yok, biz bu vatan, bu millet için duâ ederiz. Biz duâ ehliyiz, kıymetinizi bilin.” Rey kullanmak için bir günlüğüne defalarca Şebinkarahisar’dan İstanbul’a geldiği ve nümûne olduğu sabittir. Efendi Hz’i, memleket meselelerini çok yakından takip ederdi. Bağımsızlığa ve hürriyete çok değer verirdi. Askere ve askerliğe karşı özel bir ilgisi vardı. Askerliğini yedek subay olarak yapmış ve daha sonra çağrılmak üzere ihtiyat subayı olarak müracaat etmişti. Kendisine askere gidip gitmeme hususunda soranlara askerliğini yapması lüzumunu anlatırdı. Kendi Mânevî Evladı’nı bile bedelli askerlik yapabilme imkanı varken; “Asker ocağı eğitimini alman gerekir, illâ o karavanayı yemen gerekir.” diyerek bedelli askerliği kabul etmemiş, Mânevî Evladını askere yollamıştır. Câmisinde asker kıyafetli birisini gördüğü zaman sevgiyle yaklaşır, onunla tatlı dille konuşur, ona harçlık verir, askerlerimize duâ ederdi. Müslüman Türk kültürüne çok değer verirdi. Türk örf ve âdetlerini uygular ve bunun için geniş sohbetler yapardı. Milletimizin yıllardır kullandığı Türkçe kelimeleri kullanır uydurma kelimeleri kabul etmezdi.
İkinci dünya savaşında Hitler’in Trakya’dan İstanbul üzerine yürüme niyetiyle Edirne yakınlarına geldiğinde İsmet Paşa, Meriç üzerindeki Uzun köprüyü yıktırmak ister. Bunu duyan Hitler, İsmet Paşa’ya “Benim dokuz tane hava kolordum var. Gök yüzünde örümcek ağı gibi gidiyorum, tarihi köprüyü yıktırmasın.” diye haber gönderir.
Mehmet Emin Efendi, Hitler’in İstanbul’u bırakıp o güne kadar müttefiki olan Moskova’ya yönelmesinin sebebini; Evladı Resûl’den Abdulhakim Arvâsi ile dervişlerinin Beşiktaş Sinan Paşa Câmisinde on beş gün Halka i Zikir yapmaları ve memleketin selameti için yaptıkları duâların tesiriyle belanın def olup gitmesi olarak açıklardı.
İstanbul’da su sıkıntısı olduğu zamanlar, cemaâtin en kalabalık olduğu zaman, “Suyu idareli kullanın, Millet susuzluk çekerken abdest alacağız diye suyu devamlı açık tutmayın. Musluğu açın suyu avucunuza doldurun, onu kullanın, yeniden musluğu açın ve avucunuza su alın ve böylece devam edin, idareli kullanın. Millet malını kullanmada hakka, hukuka riâyet edin, vebâli vardır.” diye nasihat ederdi.
Bu Millete zarar verenlere “Zamanı geldiğinde, bu çuvalın ağzı açık iken bunun dibini kim deldi diye hesabı sorulacak.” buyururdu. “Eğer Cenabı Allah, bizi idare edenlerin kusurlarına baksa, yer ile yeksan olmamız gerekirdi. Ancak Allah (cc) bu millete sahip çıkıyor.” “Türkiye’de israfın önüne geçilse iktisadi hayat düzelir.”der, en çok da ekmek israfına üzülürdü. Bu memleketin maddî ve mânevî olarak sevdalısı olduğuna bir örnek verelim. Akseki eşrafından, Mehmet Karatürk isimli bir kardeş; memleketin düzeninden şikâyetle Medine’ye yerleşmek istediğini söyler. Bu durum Mehmet Emin Efendi’ye iletilir ve düşüncesi sorulur. “Oğlum Allah bizi bu arz üzerinde yaratmış, biz bu mukaddes memleketi terk etmeyiz. Bu vatan ecdat yâdigârıdır. Bizim mücadelemiz de mükâfatımız da burada. Siz daha ne gördünüz ki?” buyurur.
Netice îtibarıyla Mehmed Emin Efendi; Bu vatanı, Türk milletini ve Osmanlıyı çok severdi. Halvetî yolu ve kolları Osmanlı’da çok îtibarlı bir durumda idi. Birçok devlet erkânı, padişahların neredeyse hepsi, vezirler, paşalar, bu yolun sevenlerindendi. Osman Gâzi devrinde, Şeyh Edebâli, Orhan Gâzi devrinde Hacı Bektaş Veli, Yıldırım Bayezıt devrinde Emir Sultan, II. Murat devrinde Hacı Bayram Veli, Fatih devrinde Akşemseddin, II. Bayezid devrinde Cemal Halvetî, Yavuz devrinde Zenbilli Ali Efendi ve Sümbül Efendi, Kânûnî devrinde Yahya Efendi ve Merkez Efendi el ele, gönül gönüleydiler. Kânûnî’den Dördüncü Murad’a kadar sekiz padişahAziz Mahmut Hüdâyi’ye gönülden bağlılardı. Kısacası Osmanlı padişahları baştan sona kadar Mürşîd-i kâmiller ile istişâre halindeydiler. Bu durumu Yavuz Sultan Selim Han’ın şu beyitleri ne güzel açıklar;
Cihanı Âleme padişah olmak bir kuru kavga imiş ,Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş.
Cenabı Hak; bu vatana, bu millete hizmet edenlerin emeğini zayi etmesin… Amin.
5 Hz. Ali (kav)
6 Kütüb-i Sitte, c. 5, s. 1132.
7 Kütüb-i Sitte, c. 4, s. 258.