Osman Gazi,Orhan Gazi,Sultan Birinci Murad,Yıldırım Beyazıd.
Osman Gazi
Babası: Ertuğrul Gazi
Annesi. Hayme Hatun
Doğumu: Söğüt (M. 1258 - H. 656)
Vefatı. Bursa (M. 1326 - H. 726)
Saltanatı:1299 - 1326 (27) sene
Osman Gazi, Ertuğrul Bey'in üç oğlundan birisidir. Osman Bey diğer kardeşlerinden büyük değildi, fakat adeta bir idareci olarak yaratılmıştı. Zira bu hususta çok büyük kabiliyet sahibi idi. Babası vefat ettikten sonra diğer bütün beyler, ittifakla Osman Bey'i aşiretin reisi olarak tanıdılar. Osman Bey, beyliğin başına geçtiği zaman, 23 yaşında idi. Uzun boylu, geniş göğüslü, kalın ve çatık kaşlı, elâ gözlü ve koç burunlu idi. İki omuzları arası oldukça geniş, vücudunun belden yukarı kısmı, aşağı kısmına nispetle daha uzundu. Çehresi yuvarlak ve teni buğday renginde idi. Büyük Şeyhlerden Edebali'nin evinde misafir iken, istirahat için gösterilen odada, Kur'an-i Kerim'i görünce, sabaha kadar saygısından yatmadığı ve geceyi uykusuz geçirdiği çok meşhurdur. Şeyh bu durumdan çok memnun kaldığı için kendisini kızı ile evlendirmiş ve hayır dualar etmiştir.
Osman Bey, 1287'de Alacahisar’ı fethetti.1280'de Domaniç'te Bizanslıları yenerek Bilecik'i fethetti ve Selçuklu Hükümdarı tarafından uç beyliğine verildi. 1299'da İnegöl fethedildi. Selçuklu Devleti yıkıldı ve Osman Bey müstakil beyliğini ilân etti. 1300'de Yenişehir ile Köprühisar, 1302'de ise Akhisar ve Koçhisar fethedildi. Osman Bey'e babasından kalan arazinin genişliği 4800 km. kare idi. Kendisi vefat ettiğinde ise, beyliğin toprak genişliği 16.000 km. Kareye ulaşmıştır.
Erkek çocukları: Pazarlı Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Orhan Bey, Alaeddin Ali Bey, Melik Bey, Savcı Bey.
Kız çocukları: Fatima Hatun.
Osman Gazi’nin tasavvufla ilgisi ve vasiyeti;
Osman gazi; damadı olduğu büyük tasavvuf alimi Şeyh Edebali’ye intisap ederek her hususta onunla istişarede bulunurdu. Kendisinden sonra gelecek Osmanlı sultanlarına da İslam alimlerine hürmet edilmesinin, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye etti. Oğlu Orhan Gazi’ye de şu nasihatte bulundu.
“Ey oğul Allah u Teala’nın emirlerine muhalif bir iş yapmayasın! Bilmediğini ulemadan sorup öğrenesin! İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itaat edenleri hoş tutasın! Askerine in’amı, ihsanı eksik etmeyesin ki, insan ihsanın kuludur. Zalim olma! Alemi adaletle şenlendir ve Allah için cihadı terk etmeyerek beni şad et! Ulemaya riayet eyle ki din işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet, saygı ve yumuşaklık göster. Askerine ve malına gurur getirip, dinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve davamız İlayı Kelimetullah’tır. Maksadımız Allah’ın dinini yaymak ve sancağı şerifi daima yüksekte tutmaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Daima herkese ihsanda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allah u Teala’ya emanet ediyorum…”
Bu vasiyet Osman oğullarına anayasa olmuştur.
Osmanlı sultanları bu vasiyetnameye canı gönülden sarılmış, devletin 600 sene hiç değişmeyen anayasası olmuştur. Osman Gazi’nin misafir kaldığı evde Kur’an ı Kerim’e hürmetinden dolayı 6 saat ayakta kalması, kurduğu Osmanlı devletinin altı asır dini İslam ile idare edilip, 620 yıllık iktidarıyla yorumlanmıştır.
Osman Gazi vasiyetini yaptıktan sonra 1 Ağustos 1326 tarihinde 68 yaşında Söğüt’te vefat etmiş, vasiyeti doğrultusunda Bursa’daki gümüşlü kümbete defnedilmiştir. Allah Teala bu güzel vatanı bizlere hediye eden bütün sultanlarımıza rahmet eylesin.
Osman Bey zamanında yasayan İslâm büyükleri: Ahi Evran, Şeyh Edebali, Hoca Dursun Fakih, Şeyh Saadettin Cibavi, Bahaüddin Veled ve müellif Pehlivan Mahmud Poyraz.
Orhan Gazi
Babası: Osman Gazi
Annesi: Mal Hatun
Doğumu : (H. 680 - M. 1281)
Vefatı : (H.761 - M.1360)
Saltanatı: 1326 - 1359 (33) sene
Osmanlı Devletini Osman Gazi kurmuştu. Fakat onu teşkilatlandıran ve büyük bir devlet haline getiren Orhan Gazi idi.
Orhan Gazi sarı sakallı, uzunca boylu, mavi gözlü idi. Yumuşak huylu ve merhametli, fakat yerine göre hiddetli ve şecaatliydi. Fakirleri sever ve ulemaya hürmet ederdi. Son derece dindar, adaletli ve tebaasına kendisini sevdirmesini çok iyi bilirdi. Bizzat halk içine girer, onlarla yemek yer ve dertleşirdi.
Hareketlerinde çok hesaplı davranır ve hiç telaş etmezdi. İznik’i fethettiği zaman Hristiyanlara göstermiş olduğu insanca muamele, dillere destan olmuştu.
Orhan Gazi'nin her yönden büyük bir insan olduğunu sadece Türkler değil, birçok yabancı tarihçiler dahi tasdik etmişlerdir.
Orhan Gazi daha 15 yaşında iken harplere iştirak etmiş ve hayatinin büyük bir kısmı harp meydanlarında geçmiştir. Babasından 16.000 km. kare olarak teslim aldığı toprakları altı misline çıkararak 95.000 km. kare yapmıştır.
Orhan Gazi bir devlet reisi sıfatı ile harplerde bizzat ordularının başında daima bulunmuştur. Orhan Gazi devletin muntazam bir idare sistemine bağlanması lüzumunu görmüş ve teşkilat işini ise, Alâeddin Pasa ile, Şeyh Edebali'nin bacanağı Çandarlı Kara Halil Paşa’ya havale etmişti.
Orhan Gazi zamanında teşkilatı üç noktada toplayabiliriz: Para, kıyafet, ordu. Orhan Bey'in büyük oğlu Süleyman Paşa, kendisinden önce vefat etmiştir. Kendi sağlığında iken başkumandanlık vazifesini ikinci oğlu Murad Hüdavendigâr'a devretmiştir.
Osmanlılar tarafından yaptırılan ilk cami (1333 - 1334) senesinde İznik’te yapılan "Hacı Özbek" Cami’sini Orhan Gazi yaptırmıştır.
Bursa Medresesini Orhan Bey yaptırmış ve ilk "Sultan" lakabı da O'nun zamanında kullanılmıştır. Yine ilk Osmanlı parası da Orhan Bey zamanında basılmıştır. Müslüman Türkler Avrupa'ya(Gelibolu’ya) ilk defa Orhan Bey zamanında geçmişlerdir. İstanbul’un Anadolu yakası tamamen Orhan Bey zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Yeni fethedilen Hristiyan topraklarında yasayan yerli Hristiyan halktan Osmanlı hayranlığı, yeni fetihleri de kolaylaştırmıştır.
Zamanında fethedilen yerler: 1326'da Bursa, 1329'da İznik, 1337'de Gemlik'i fethetti ve Bizanslılara karşı Halekanon(Maltepe) zaferini kazandı. 1345'de Karasi Beyliği ilhak edildi. 1354'de Ankara ve Gelibolu fethedildi.
Orhan Gazi 1360 senesinde 79 yaşında vefat etmiştir. Türbesi ise Bursa'da Osman Gazi'nin türbesi yanındadır.
Erkek çocukları: Süleyman Pasa, Birinci Murad, İbrahim, Halil, Kasım.
Kızı: Fatma Hatun
Orhan Gazi’nin Tasavvufla ilgisi; Başta Orhan Gazi olmak üzere, ilk Osmanlı padişahları mevcut zaviye şeyhlerini muhafaza ettikleri gibi, birçoklarının yeniden yerleşip zaviye açmasına da yardım etmişlerdir. Bir asker gibi harp edebildiği halde yine bir köylü gibi çalışan bu dervişlerin çoğu bu devirde henüz öşürden bile muaf değillerdi. Gerçek olan şu ki; bu devirde gördüğümüz dervişler, henüz bizzat ziraatla meşgul olan ve bağ bahçe yetiştirmekle mahir olan insanlardır. Aynı zamanda vakitlerini zikir ve ibadetle geçirmekteydiler.
Osmanlı devlet politikasında, bir yeri fethetmekten ziyade o yerin İslamlaşmasına önem verilmiştir. Yani “Osmanlı Fütuhatı” denilince hem teşkilatlı ve imanlı ordu, ardından da tekkeler, zaviyeler ve dervişlerin fedakar çalışmaları gelmektedir. Yerli ve yabancı kaynaklar tekke ve dervişlerin Osmanlı fütuhatındaki rolünü şöyle izah etmekteler: “Tarikat Şeyhlerinin, tekke ve zaviyelerdeki dervişlerin Müslüman-Hristiyan halkı kaynaştırmak ve toplumu yavaş yavaş müslümanlaştırmakta gösterdikleri gayretleri dikkat-i şayandır.
Bu dervişlerin dînî ve sosyal fikirleri propagandasıyla da halk kitleleri arasında çok faal bir maya gibi faaliyete geçerek o memleketin sosyal bünyesinde ve siyasî kuruluşunda büyük yenilikler yapmak için müsait kaynaşmayı yapmakta, temsil ve fütuhat işlerini kolaylaştırmakta amil oldukları da muhakkaktır. Anadolu’nun ve Rumeli’nin fetihler yoluyla İslamlaşması bu derviş gruplarının oynadığı rol sayesinde manevi olarak da gerçekleşmiştir.
Orhan Gazi, ahi şeyhleri kadar Geyikli Baba, Abdal Murad, Abdal Kumral gibi Babai erenlerine de ilgi ve saygı duymuştur.
Orhan Gazi’nin, Hacı Bektaş Veli ile de görüştüğü hatta Osmanlı askerine “Yeniçeri” ismini de onun tarafından konulduğu kaynaklarda mevcuttur. Osmanlı askeri, hem ismini hem disiplin ve terbiyesini Hacı Bektaş Veli’den almıştır. Yeniçeri askerine Hacı Bektaş Veli Hazretleri, dua edip sırtını sıvazlamıştır. Bu yüzden yeniçeri ocağı, isminin konulduğu günden kaldırıldığı güne kadar, Bektaşi gelenek ve göreneklerine göre devir teslim yapıp bu tarikat üzerine yaşamışlardır.
Kaynak; 1-Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi
2-Türkiye Tarihi, Y. Öztuna 3-Kolonizatör Türk Dervişleri. Prof. Dr. Ömer Lütfi Berkan
4-Osmanlı Devletinin kuruluş ve yayılışında Tarikatlerin, tekke ve zaviyelerle dervişlerin rolleri, (Prof. Fuat KÖPRÜLÜ
Sultan Birinci Murad
(Murad Hüdâvendigâr)
Babası: Orhan Gazi
Annesi: Nilüfer Hatun
Doğumu: 1326
Vefatı: 1389
Saltanatı: 1359 - 1389 (30) sene
Sultan Murad uzun boylu, değirmi yüzlü, iri burunlu idi. Kalın ve adaleli bir vücuda sahipti. Başına Mevlevi sikkesi üzerine yuvarlak destar sarılı bir başlık giyerdi. Çok sade giyinir ve kırmızı zeminli beyaz elbiseden hoşlanırdı. Gayet nazik, sevimli, çok halim ve selimdi. Âlim ve sanatkârlara hürmet gösterir, fakirlere ve kimsesizlere büyük bir şefkatle muamele ederdi. Halk tarafından "Gazi Hünkâr" diye anılır ve bir baba olarak sevilirdi.
Terbiyesi ile annesi Nilüfer Hatun meşgul oldu. Gençliğini Bursa'da medreselerde, ilim ve sanat adamları ile geçirdi. Bütün hayati sınır boylarında ve harp meydanlarında geçmiştir. Hiç durmadan Rumeli'den Anadolu’ya, Anadolu'dan Rumeli'ye seferler yapmıştır. Bu kadar harp meşguliyetleri arasında, büyük ve kıymetli binalar, sanat eserleri meydana getirmeye de vakit bulmuştur. Bursa'da camiler, medreseler ve imarethaneler yaptırmıştır. Edirne'yi ilk defa O, hükümet merkezi yapmıştır. İlk Edirne sarayını da kendisi bina ettirmiştir.
Orhan Gazi'nin vefatında 95.000 km. Kare olan toprakların genişliğini 500.000 km. Kareye çıkardı. Zamanındaki fetihler: 1362'de Edirne, 1363'de eski Zağra ve Filibe fethedildi. 1364'de Sırp sındığı zaferi kazanıldı ve Haçlılar perişan edildi. 1365'de Kara Biga Osmanlı topraklarına katıldı. 1369'da Hayrabolu, Kırklareli, Pınarhisar ve Vize alindi.1370'de Bulgar Krallığı Osmanlılara tâbi oldu. Bir müddet sonra da Çamurlu savaşı kazanıldı. 1371'de Çirmen zaferi elde edildi, Haçlılar bir defa daha yenildiler. 1372'de Çatalca Bizans'tan alındı. 1374'de Sırbistan Osmanlılara tâbi oldu. 1375'de Niş fethedildi. 1378'de Kütahya Vilâyeti Osmanlı topraklarına katıldı. 1382'de Sofya fethedildi. 1383'de Candar oğulları Osmanlılara tâbi oldu. 1385'de Arnavutluk’un kuzeyi tamamen alindi,. 1386'da Karamanlılarla harp yapıldı.
1388'de Silistre, Ziştovi, Niğbolu, Plevne, Lofça, Deliorman ve Dobruca Türk hâkimiyeti altına alindi. 1389'da Haçlılar bir defa daha perişan edildiler ve İslam ordusunun yiğitlikleri sonunda Kosova Meydan Muharebesi kazanıldı. Ne yazık ki bu şanlı zafer çok büyük bir acı ile neticelendi. Bütün gazileri derin bir matem içinde bıraktı. Şöyle ki; bu zafer sonunda yaralıların büyük bir kısmı düşman askerleri idi. Yerdekiler arasında çok az Türk şehidi de vardı. Sultan Murad her şehidin önüne geldiği vakit büyük bir üzüntü ile "İnna lillâhi ve inna ileyhi râciün" diyor ve şehidin derhal kaldırılarak defnedilmesini emrediyordu.
Yaralı bir Türk'ün yanına geldiği zaman, onu okşuyor, yarasının acıyıp acımadığını ve bir arzusu olup olmadığını soruyordu. Böylece dolaşırken biraz uzakta ölüler arasında bir kımıldama oldu. Sultan Murad o tarafa döndü. Ölüler arasından, dev gibi uzun boylu bir Sırplının kalktığı görüldü. Miloş ismindeki bu Sırplı (Kral Lazar'ın damadı) yerden kalkarak Padişaha doğru gelmeye başladı. Padişahın muhafızları ise, Sırplı'yı derhal yakaladılar. Fakat Sırplı, padişahı mutlaka görmek istiyordu ve: "Beni bırakınız, korkmamıza lüzum yok. Ben padişahın elini öpmeye ve hem de Müslüman olmaya geldim. Ayrıca size bir de müjdem var. Kral Lazar yakalandı, bakınız getiriyorlar" dedi. Padişah onun sözlerini işitmişti. İşaret ederek bırakmalarını söyledi. Muhafızlar da Kralın tutulduğu tarafa bakarlarken, yaralı taklidi yapan hain Sırplı, Padişaha yaklaştı, elini öpecekmiş gibi eğildi, bir anda ve yıldırım sürati ile koltuğunun altında sakladığı hançerini çekerek, Gazi Hünkâr’ın mübarek göğüs ve karnına sapladı. Muhafızlar neye uğradıklarını anlayamadılar. Katil kaçmaya başladı. Sonra muhafızlar kâfiri yakalayarak parça parça ettiler.
Hünkâr’ın son sözleri şunlardı: "İslam’ın muzafferiyeti, benim şehit olmama bağlı ise, şehadet şerbetini nasip buyurmasını Cenabı Hak'tan dua ve niyaz etmiştim. Duam kabul buyuruldu. Hazreti Allah'a hamd ve sena olsun ki, İslam askerinin zaferini gördükten sonra hayatım sona ermektedir. Oğlum Bayezid’e biat ediniz. Sakın esirleri incitmeyiniz. Mal ve canlarına tecavüz etmeyiniz. Ben artık sizleri ve muzaffer ordumuzu Cenabı Hakk'a emanet ediyorum. Mevla devletimizi bütün fenalıklardan korusun!" diyerek ebediyete intikal etti.
Sultan Murad’ın hançerle parçalanan barsakları, şehit olduğu yere bir türbe yapılarak gömüldü. Cesedi ise Bursa'ya nakledilerek Çekirge ’deki türbesine defnedildi.
Hâce Seyyid Emir Gilâl (k.s.) Hazretleri, Muğnullebib isimli eserin sahibi ve topun mucidi olarak bilinen Cemaleddin Abdullah Efendi, Buhari'nin sarihi Şemseddin Kirmanı, Birinci Murad zamanından yaşamışlardır..
İlk kazasker tayinleri, tımar kanunu ve minarelerden salat u selâm okuma adetleri bu devirde başlamıştır.
Erkek çocukları: Yakup Çelebi, Yıldırım Beyazıt, Savcı Bey ve İbrahim.
Kız çocukları: Nefise ve Sultan Hatun.
Sultan Birinci Murat zamanında tasavvufun etkisi;
“Hz. Peygamber (sav)’in 7/628 yılında Herakliyus’a gönderdiği mektupla, Müslümanlar, Anadolu’yla ilk kez irtibat kurmakla kalmamış; bizzat Efendimiz tarafından bu coğrafî bölgenin de İslamlaştırılması gerektiği ortaya konulmuştur.”[1] Gerek bu idealin kuvveden fiile geçirilmesi gerekse dünyayı kasıp kavuran Moğol istilâsının tazyikiyle ecdadımız, Anadolu’yu kendileri için yeni vatan seçmişler kısmen balkanlardan, büyük topluluklar halinde de Orta Asya’dan gelerek burayı iskân etmişlerdir. Bu iskân faaliyeti gelişigüzel olmamış, ustaca bir siyaset gözetilmiştir. “Kolonizatör Dervişler” diye nitelenen bu topluluklar, yerleştikleri bölgelerin imarı yanında, gerek önceki Hristiyan unsurların, gerek bu göçlerle meydana gelen kitlelerin İslâm potasında yoğrularak, bunlar arasında İslâm kardeşliğinin, kültür ve irfanının geliştirilip, İslâm’ın müesseseleşip, kalıcı bir hale gelmesinde; sosyal bünyenin kaynaştırılıp bir sevgi medeniyetinin oluşturulmasında büyük roller üstlenmişlerdir.
Bu sûfî dervişler; kitlelerin dînî, ahlâkî, içtimâî ve kültürel bütünlüklerini temin etme yanında İslâm’ın hizmetkârı ve hâmîsi olarak gördükleri devlete bağlılıklarını da sağlamışlardır. Buna mukabil devlet de onlara bir takım imtiyazlar ve haklar bahşetmiş, idareciler onların bağlıları ve bendeleri arasına girmişlerdir. Bu karşılıklı anlayış ve yardımlaşma da içinde bulundukları toprakların kısa süre içerisinde ellerine geçmesine ve İslamlaşmasına vesile olmuştur.
Bütün bu faaliyetlerin üzerine doğudan Hz. Mevlânâ (v. 672/1273) ile batıdan Muhiddin Arabî (v. 638/1240) ile gelen derinlikli tasavvuf anlayışı, Sadreddin Konevî (v. 673/1274), Müeyyiddîn Cendî (v. 691/1292), Sadeddin Fergânî (v. 699/1300), Seyyid Burhâneddin Muhakkik Tirmizî (v. 639/1241), Evhadüddîn Kirmânî (v. 634/1237), Şeyh Necmeddin Dâye (v. 654/1256), Fahreddin Irâkî (v. 688/1289), Afifüddîn Tilemsânî (v. 690/1291), Hacı Bektaş Velî, Ahî Evren, Yunus Emre ve daha pek çok Hak aşığı ile de desteklenerek bu insan topluluklarının hakim rengini ve İslâm anlayış ve yorumunu meydana getirmiştir.[5]
Anadolu’daki bu tasavvufî hareketlilik bütün halk tabakalarına da yayılarak kısa sürede büyük bir hıza kavuşmuş her tarafta tekkeler, zâviyeler inşâ edilmiş, insanları kemâlâta yönlendiren çok sayıda tasavvuf tekkesi her bir koldan çoğalmış, Anadolu, âdetâ bir sûfîler ve dervişler yatağı haline gelmiştir.
Bu devlet, kurulduğu yıllarda hemen yanı başında Anadolu topraklarında yetişen Yunus adlı bir erenin, bir Allah dostunun yaşadığını belki de bilmiyordu. Ama Yunus’un “gelin tanış olalım” teklifinin, “sevelim-sevilelim” parolasının bu gazi devletinin temelindeki harç olmadığını söylemek mümkün değildir.[2] Yani Bahsedilen bütün bu kitleler ve kurumlar Osmanlı Devleti’nin kuruluş harcının da temellerini oluşturmuştur.
“Osmanlı Devleti’nin altı yüz seneden fazla te’sir ve nüfûzunu devam ettirebilmiş olmasını, ilk sultanların devletin temellerini sağlam esaslar üzerine kurmuş olmalarında aramak gerekir.”[3]
Osmanlı sultanlarının hemen hepsi, bir şeyhe intisap etmişler, devlet adamlarının hemen hemen tamamı tasavvuf ve tarikat erbabına karşı hüsnü kabul göstermişlerdir. [4] XV.yüzyıl başlarından itibaren hızlı bir yayılma dönemine giren, Mevleviye, Nurbahşiyye, Kadiriye, Bayrâmiyye, Halvetiyye, Bektâşiyye ve Nakşibendiyye tarîkatı ileri gelenleri de devletin bekâsı ve İslâm dîninin yayılması için idâreciler, ilim adamları ve ordu mensupları ile elbirliği içinde çalışmayı kendileri için ibadet saymışlardır.
Osmanlı tasavvuf adamları, genel tasavvuf kültürüne, fikir ve düşünce yeniliği olarak çok fazla şey katmamakla birlikte, tasavvufu ferdî cihaddan çıkarıp, içtimaî cihad haline sokan, tekke anlayışını müesseseleştirerek bunu toplumun her ferdine ve her ihtiyacına uzanan bir anlayış haline getirmişlerdir. Bu dönemde tekkeler, gönül terbiyesi mektebidir, güzel sanatlar akademisidir, bilgi ve iletişim merkezidir, spor alanıdır, şifahanedir, siyâsî, askerî, içtimâî ve iktisâdî ahlâkın, birlik ve berâberlik ruhunun ilmek ilmek işlendiği yuvalardır.[5]
Sultan I. Murat da, dedesi Osman Gazi ve babası Orhan Gazi gibi, Ahi şeylerine ve Ahi tarikatına bağlıydı, hatta kaynaklarda geçen bilgilere göre Ahi şeyhliğine kadar yükselmişti.[6]
Bu güzel vatanı maddi ve manevi olarak fethedip, Müslüman Türk milletinin hizmetine veren bütün sultanlarımızı rahmetle minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.
1] Mehmet Akkuş, “Tasavvufun Anadolu’ya Girişi ve İslamlaşmada Rolü”, Tanımı, Kaynakları ve Tesirleriyle Tasavvuf, s. 133.
[2] Ömer Lütfi Barkan, “Kolonizatör Türk Dervişleri”, VD, c. II, s. 279-304; Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 201-203;
[3] Mustafa Kara, “Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar”, Osmanlı Ansiklopedisi, Tarih/Medeniyet/Kültür, İstanbul 1996, c. I, s. 191.
[4] Kâmil Yılmaz, “Osmanlı Sultanları ve Mutasavvıflar”, Mavera, c. 8, sy. 92-95 (1984), s. 92
[5] Osmanlı padişahlarının hangi tarikatlara mensup oldukları için bk. Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964, s. 15.
[6] Osmanlı Devletinin kuruluş ve yayılışında Tarikatların, tekke ve zaviyelerle dervişlerin rolleri, Prof. Fuat Köprülü
Sultan Yıldırım Bayezid
(1360 - 1403)
Babası: Birinci Murad
Annesi: Gül Çiçek Hatun
Doğumu: 1360
Vefatı: 8 Mart 1403
Saltanatı: 1389-1402 (13 Sene)
Yıldırım Bayezid, yuvarlak yüzlü, beyaz tenli ve koç burunlu, gözleri ela, saçlan kumral, sık sakallı ve geniş omuzlu idi. Girdiği savaşlarda göstermiş olduğu cesaretten dolayı ona Yıldırım lakabı verilmişti.
Yıldırım Bayezid tahta geçtikten sonra, babasının vefatı üzerine Anadolu'da ortaya çıkan ayaklanmaların tamamını kısa zamanda bastırdı. Germiyan, Aydin, Menteşe ve Saruhan Beylikleri Osmanlılara bu devirde katıldı. Hâmid Beyliğine bağlı Isparta, Burdur, göller yöresi Osmanlılara katıldı. Yıldırım Han, 1391'de Bizanslılardan Şile’yi aldı. Yıldırım Han Peygamberimizin medh ü senasına layık olabilmek için İstanbul’u dört defa kuşattı. Bu amaçla Anadolu Hisarını yaptırdı. İlk kuşatma yedi ay sürdü.
1392'de Silivri ve Selânik Osmanlılara katıldı. 1393'de Bulgaristan tamamen fethedildi. 1394'de Kastamonu ve çevresi alındı. Arnavutluk ve çevresi de Osmanlı topraklarına katıldı.
25 Eylül 1396’da Türkleri Anadolu ve Rumeli’den atmak, İstanbul’u Türklerden korumak ve Kudüs’ü Müslümanlardan geri almak için; Papalık öncülüğünde bütün Avrupa devletlerinin katıldığı büyük bir Haçlı ordusu Niğbolu kalesini kuşattı. Yıldırım Han geceden gelip, tek başına atıyla düşman askerleri arasından geçerek; “Bre Doğan” diye kale komutanına seslendi. Padişahın sesini tanıyan Doğan Bey; “Ne var Şevketlüm, buyur!” deyince; Yıldırım Han, “Ordumla geldim sakın kaleyi teslim etmeyesin” deyip geri karargâhına döndü. Ertesi gün cihanın ender gördüğü savaşlardan olan Niğbolu zaferi kazanıldı. Bu zaferden sonra Avrupa devletleri bir daha İstanbul’u korumaya gelememişlerdir.
1397'de Salona Piskoposu, Padişahı bizzat davet ederek halkın zulümden kurtarılmasını rica etmiş, bunun üzerine Yıldırım Han, Bizanslılardan Silivri, Mora ve Atina'yı kurtarmıştır. Böylece Yunanistan Osmanlı topraklarına bağlanmıştır.
1397'de Karaman Beyliği tamamen Osmanlı topraklarına katıldı. İstanbul yeniden muhasara edildi. 1398'de Kadı Burhaneddin devleti ortadan kaldırıldı. 1399'da Dulkadir Beyliği Osmanlılara tabi oldu.
1400'de İstanbul bir daha muhasara edildi ise de Timur’un Osmanlı topraklarına girmesiyle kuşatma kaldırıldı. 1402'de (Rivayete göre ulemadan cevazına dair fetva alınmadan) Timur ile Ankara savaşı yapıldı ve Yıldırım Han esir düştü. Bu cihangir padişah; esarete dayanamayarak üzüntüsünden 7 ay 12 gün sonra 43 yaşında iken Hakkın rahmetine kavuştu. Cenazesi oğlu Musa Çelebi tarafından Bursa'ya getirilerek, kendi türbesine defnedildi. (Allah rahmet eylesin.)
Yıldırım Han’ın kazanmış olduğu Niğbolu zaferi sayesinde; Osmanlı Devleti, İslam Âleminde de kabul görmüş oldu. Mısır’daki Abbasi Halifesi Birinci Mütevekkil, Yıldırım Bayezid'e tebrik için gönderdiği mektubunda, Türk Padişahına: "Sultan-ı İklimi Rum" ünvanı ile hitabetti.
Bahaüddin Şahı Nakşibendi Hazretleri, Hâce Alâüddin Attar Hazretleri, Allame Saadeddin Teftazânî, Yıldırım Bayezid devrinde vefat eden büyük zatlardır.
Eşleri ve Çocukları: Yıldırım Han’ın birinci eşi Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın kızı Devlet Hatun'dur. İkinci eşi Sırp Kralı Lazar'ın kızı Prenses Olivera, üçüncü eşi Bulgar Prensi Konstantin'in kızlarından biridir.
Yıldırım Bayezid'in erkek çocukları şunlardı: Çelebi Mehmed, Ertuğrul, Emir Süleyman, Mustafa, İsa, Musa, Kasım. Üç kızı vardı: Fatma Hatun, Hundî Hatun ve adı bilinmeyen bir kızı.
Emir Sultan Hz’leri ve Yıldırım Bayezıt; Emir Sultan’ının asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. 1368 (H.770) de Buhara’da doğdu. 1430 (H. 833) de Bursa’da veba hastalığından vefât etti. Cenazesini Hacı Bayram Veli Hz’leri kıldırmıştır. Babası Hz Hüseyin soyundan Seyyid Emir Külal Hz’leridir. Halveti yolunun Kübreviyye koluna mensuptur.
Emir Sultan Hz’leri; uzun boylu, güzel yüzlü, seyrek sakallı, on iki terk ü taç üstüne yeşil ima¬me sardığı, ömrünü derin bir zühd ve takva içinde ibadet ve irşadla geçirdiği rivayet edilir.
İyi bir terbiye ve tahsil gören Emir Sultan Hz’leri, Buhara’dan genç yaşta hacca gider ve Medine’de yerleşme maksadı ile kalır. Medine’de eğitimini sürdürürken Peygamber Efendimiz ve Hz Ali Efendimiz rüyasında işaret ve emir buyurup “üç nurdan kandilin” peşine takarak Anadolu’ya gönderirler. Bu manevi nurdan kandillerle Bursa’ya kadar gelen Seyyid Emir Buhari Hazretleri, türbesinin bulunduğu yere yakın bir savma da baba mesleği olan çömlekçiliği devam ettirir.
Yıldırım Beyazıt, Niğbolu savaşında kolundan yaralanmış ve genç bir hekim ona yardım ederek yarasını sarmıştı. Yarası derin olmasına rağmen hekim öyle bir sarmıştı ki, Yıldırım Bayezıt, sabah sargıyı çözdüğünde hayretler içinde kaldı ve yaradan eser kalmadığını gördü Genç hekimi sorduğunda ise gören, bilen, tanıyan yoktu.
Osmanlı ordusu Niğbolu'da büyük kayıplar vermiş ve Enginos kalesine girmekte oldukça zorlanmıştı Ama Sultan Beyazıt büyük bir azim ve kararlılıkla taarruza geçtiği sırada yine aynı genç hekim kale kapısını içeriden açıp orduyu âdeta kaleye buyur ediyordu. Kargaşa geçtikten sonra Padişah bu genç, gönül ehli kişiyi merak edip her tarafta arattı ancak bulunamadı.
Payitaht Bursa’da da olağanüstü haller oluyordu. Peygamberimizin işaret ettiği üç kandilin peşinden Bursa’ya kadar gelen Emir Buhari Hz’leri; Bursa kadısı ve Osmanlıların ilk şeyhülislamı kabul edilen Molla Fenari’den zahiri ilimlerde ders alıp icazet alarak dergâhını kurdu.(1394)
Emir Sultan Hazretleri, Osmanlı'nın manevî mimarlarındandır. Bursa ve Osmanlı topraklarını; manevî feyzi, derin ilim ve irfanıyla aydınlatan, kuruluş devrinin en parlak kandillerinden biridir. Ledün ilmine sahip bu sultanın, pek çok kerameti zâhir olduğundan dolayı bu âlim ve evliyaya "Kerametler Sultanı" da denilmiştir.
Yıldırım Beyazıt, Balkanlarda zaferden zafere koşarken, Emir Sultan'la tanışması, ona kızını vermesi, Niğbolu Zaferi sırasında olmuştur. O’nun manevî himayesini görmesi de bir dizi sır ve keramet dolu olayın sonucunda gerçekleşmiştir. Emir Sultan Camiinde bulunan, Emir Sultanın postnişinleri tarafından yazılan elyazması menakıbnamelerin bildirdiğine göre;
Yıldırım Han’ın kızı, Hundi Sultan rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş ve Emir Sultan ile evlenmesi yönünde emir ve tavsiyelerine mazhar olmuştu. Bu duruma vakıf olan Emir Buhari Hz’leri dünürler gönderip; Hundi Sultanı, validesinden istetti. Valide Sultan işi yokuşa sürerek olmayacak bir cevap verdi. “Eğer kırk deve yükü altın verirse kızı veririm” dedi. Emir Sultan da “peki” deyip “Develeri Nilüfer çayı kenarına göndersinler orada teslim edeyim” dedi. Ertesi günü Nilüfer çayı kıyısına gelen kırk devenin heybesine kum doldurup gönderdi. “Altınlar şevketlü padişahımıza helal olsun.” Devecilere de “sizde bu kumda alın, aldığınız altun olsun” diye dua edip uğurladı.
Saraya varan çuvalların çil çil altın olduğu görüldü. Hatta inanmayıp kumları yolda dökenlerin döktüğü kumlar da altın olmuştu. Hepsini valide sultana teslim ettiler, valide sultan Hundi Sultanın çeyizinden bir bohça yapıp Emir Sultan’a gönderdi. Dervişleri ile mangal başında sohbet yapan Emir Sultan, bohçayı kenara alıp ateşte yanan közlerden alıp bir mendil içerisine koydu. “Valide sultanımıza hediyemiz olsun” buyurdu. Valide sultan, mendili açtığında ateş közleri renginde pırıl pırıl elmasları gördü. Molla Fenari’nin de rızasını alarak, Hundi sultanı, Emir Buhari ile evlendirdi.
Bu işi aklı almayan bazı kimseler dedi kodu yaptılar ve bu dedi kodu Edirne'de bulunan Yıldırım Han’a kadar gitti. Yıldırım Han, Kızı Fatma Hundi Hanımın kendi rızası alınmadan bir derviş ile evlendirildiğini duyunca çok öfkelendi. Süleyman Paşa mai¬yetinde kırk kişilik bir kuvvet göndermiş, ancak Emîr Sultan'ın kerametiyle bun¬lar birer "kadîd" kesilmiştir (kurumuş et gibi hareketsiz kalmışlar). Bursa'nın Yıldırım semtindeki Kaditler Mezarlığı'nın adının bu olaydan kaynaklandığı ri¬vayet edilmektedir.
Durumdan haberdar olan Bursa kadısı Şemseddin Molla Fenari, padişaha bir mektup gönderdi. Mektubunda; “Aman Sultanım Rum iklimine şimdiye kadar böyle değerli bir kimse ayak basmamıştır. Damadınız olan Emir Buhari size bahsettikleri gibi öyle sıradan bir kişi değildir, Peygamber Efendimizin soyundan alim ve fazıl, çok büyük bir zattır. Eğer siz bu zatı Buhara’dan getirseydiniz şanınız ve şerefiniz artardı. Emir Buhari ise Peygamber Efendimizin emriyle Anadolu’ya gelmiş ve yine Peygamber Efendimizin emriyle size dünür olmuştur. Eğer bir daha saldıracak olursanız maazallah bütün şehrin helak olacağından korkulur. Nikahı tarafımdan valide sultanımızın rızası ile kıyılmıştır.” Der. Molla Fenari’nin bu mektubunu okuyan Yıldırım Han hatasını anlar ve damadını merak ile hemen Bursa’ya doğru yola çıkar.
Bursa halkının tezahüratı arsında şehrin ileri gelenlerinin arasında kale kapısını açan genç hekimi görür ve atını durdurarak “Sendin yaramı saran ve kala kapısını bize açan” der. O atından inerken Molla Fenari takdim eder; “Damadınız Seyyid Emir Buhari.” Sarılıp kucaklaşırlar. Yıldırım Han yarasını sardığı mendilin diğer yarısını sorar. Yıldırım Han’ın eşinin çeyizine ait işlemeli mendilin diğer yarısını Emir Sultan, cebinden çıkarır ve padişaha verir. Bu hadiseden sonra bir daha hiç ayrılmazlar.
Yıldırım Bâyezîd Han; Niğbolu zaferinden önce dilekte bulunduğu yirmi cami yaptırma kararını Emir Sultan Hz’leri ile istişare etti. Emir Sultan Hz’lerinin tavsiyesi doğrultusunda bugünkü Bursa’da bütün ihtişamı ile duran Ulu Câmi’yi yirmi kubbeli olarak inşa ettirdi. Açılışını da Emir Sultan Hz’lerinin yapmasını arzu etti. Ancak Emir Sultan, bu açılışa daha layık olan kişinin halk arasında Somuncu Baba denilen Aksaraylı Hamideddini Veli Hz’lerinin olduğunu söyledi. Hacı Bayram Veli’nin de hocası olan Hamidi Veli Hazretleri, Allah’ın izniyle o gün kürsüye çıkıp Fatiha suresini yedi türlü tefsir edip, yine Allah’ın izniyle aynı anda üç kapıdan da çıkıp halka ekmek dağıttı ve halkla tebrikleşti. Somuncu Baba o günden sonra Bursa’da durmadı memleketi Aksaray’a oradan da Darende’ye geçip orada vefat etti. Ulu Caminin açılışında Hacı Bayramı Veli’nin de hazır bulunduğu rivayet ediliyor.
Yıldırım Beyazıt, bundan sonra Emir Sultan'a daha bir gönülden bağlanıp tesirli nefeslerinden imdat dileyerek nice defa muradına nail olmuştur.
Bir keresinde, Rumeli tarafında küffarla vuruşurken ordusu ve kendisi çok çaresiz durumda kalmıştı Bu sırada Emir Sultan ortaya çıkmış ve "İşaret ve fethü nusret guzat-ı Müsliminindir" diye müjde vermişti Bunun üzerine Yıldırım ve askerleri de atlarını düşmana sürmüş ve Allah Teâlâ'nın izniyle bolca ganimetle birlikte galip gelmişlerdi
Emir Sultan’a zamanındaki Osmanlı sultanları hürmet gösterir, sefere çıkacaklarında huzuruna gelip, mübarek duasını alırlardı. Onun eliyle kılıç kuşanırlardı. Rivayete göre Osmanlılar ‘da Evladı Resullerin ve şeyh efendilerin sultanlara kılıç kuşatması ilk defa Emir Sultan’ın Yıldırım Bayezid’e kılıç kuşatması ile başlamıştır.
Emir Sultan hayatı boyunca din ve vatan için yapılan gazâları teşvik etti. Talebelerine bu işlerin kudsiyetini devamlı anlatırdı. Vefatından sonra da asırlarca Osmanlı ordusundan him¬metini esirgemediğine inanılmıştır. Mânevî yardımlarının serhat boylarındaki gâziler tarafından görüldüğü devamlı anlatıla gelmiştir. Bü¬tün bunlar Emîr Sultan'ın Türk halkı üzerindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir.
Emîr Sultan'ın sağlığında Bursa'dan uzak yerlerde oturan dervişler yılda bir defa kafile halinde yola çıkarak mürşidlerini görüp duasını almaya gelirlerdi. Emir Sultan Hz’leride baharda erguvan çiçekleri açarken dervişleri ile birlikte Uludağ’a çıkardı. Bu ziyaretler vefatından sonra da bir ge¬lenek halini alarak asırlarca devam et¬miştir. Hacı Bayram Veli, Eşrefoğlu Rumi gibi Anadolu’nun önde gelen mutasavvıfları her yıl dervişleri ile Emir Sultan Hz’lerini ziyaret edegelmişlerdir. Bursalılarca bir bereket vesilesi sayılan bu gelenek Cumhuriyet döneminde sekteye uğramışsa da Cennetmekan Mehmet Emin Güvener Hz’leri bu geleneği devam ettire gelmiştir. Bu ziyaretler; günümüzde de aynıyla devam edip tarihi günlerini yaşatmaktadır.
Emir Sultan'la birlikte Anadolu'ya gelen sûfîler ve Emir Sultan’ın dergahında yetişen dervişler O’nun sağlığında Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli şehirlerine dergahlarını kurmuşlar Türk ve İslam fütuhatına katkıda bulunmuşlardır.
Emir Sultan hazretleri çok gayret göstermesine rağmen, Timur-Yıldırım çarpışmasının önüne geçemedi. Emir Sultan Hazretleri; Yıldırım Beyazıt’ın atının yularından tutmuş ve “ Bu savaşa gitmeyin sultanım dinü devlete zarar vermeyin. Devleti Aliye’nin zarar görmesine müsaade etmeyin” dediyse de Yıldırım Bayezid Timur’un Anadolu’ya girmesini kabul edemedi. “Emirim Sivas gibi şehrim yıkıldı, Ertuğrul gibi oğlum öldü.” diyerek emir sultanı dinlememiştir.
Savaş; Emir Sultan’ın işaret ettiği gibi Yıldırım’dan öç almak isteyen beyliklerin de destek vermesiyle; Yıldırım Bayezid’in aleyhine sonuçlandı.
1402 tarihli bu Ankara savaşı; Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Timur beyliklere tekrar yetki ve sultanlık vermiş, geri kalan topraklar da Yıldırım Han’ın oğulları arasında pay edilmiştir.
Bundan sonra 13 sene sürecek olan “fetret devri” başlar.
KAYNAKLAR
1- Hüsâmeddin, Târih-i Emîr Sultan (Millet Ktp., Pertev Paşa, nr. 457)
2-Taşköprülüzâde, s. 55
3-Kendisinden sonra dergâhına şeyh olan Hasan Efendi'nin Müzîlü'ş-şükûk'ü ile(Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Ulucami, nr. 168)
4-Üçüncü şeyh Lut¬fullah Efendi'nin Cenâhu's-sâlikîn
5- İbrahim b. Zeynüddin. Vesîletü'l-metâlib fî cevahiri'l-menâkıb
6-Baltarzâde, Ravza-i Evliya, vr. 9b- 10d; Mehmed Şemseddin, s. 6
7- Ni'metullah. Menâkib-ı Emîr Sultan (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4564);
8- Gazalî Saltık. Bursa'¬da Emîr Sultan ve Kerametleri, Bursa 1959
9- Hüseyin Algül, Bursa'da Medfun Osmanlı Sultanları ve Emîr Sultan, İstanbul 1981)
10-Diyanet İslam Ansiklopedisi, Emir Sultan Maddesi.
11-Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yayınları.